Bahailik

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt





Bahai Dini'nin, amacı tüm ırkları ve tüm insanları evrensel bir Amaçta ve müşterek bir Din'de birleştirmek olan bir dünya dinidir. Bahailer, tüm Çağların Va'adedileni olduğuna inandıkları Hz. Bahaullah'ın     takipçileridir. Hemen hemen bütün insanların inançlarında, dünyada barış ve uyumun tesis edileceği ve insanların refah içinde yaşayacağı bir gelecek sözü vardır. Bahailer, söz verilen saatin gelmiş olduğuna ve Hz. Bahaullah'ın, Öğretileri insanların yeni bir   dünya kurmalarını sağlayacak büyük Şahsiyet olduğuna inanıyorlar. Yazılarının birinde Hz. Bahaullah şöyle buyurmaktadır:


"Hasta dünyayı sağaltmak için Hakkın takdir buyurduğu en müessir ilaç ve en kuvvetli vasıta bütün milletlerin tek bir davada ve müşterek bir dinde birleşmeleridir."
Hz. Bahaullah'ın Öğretilerinden   birincisi, Allah ve bizim O'nunla ilişkimiz konusundadır. Hz. Bahaullah bize, Allah'ın Kendi Özünde bilinemez olduğunu öğretir. Bu, Allah'ı bir insan olarak düşünüp    kafamızda Allah imajları yapmamamız gerektiği anlamına gelir. Genelde, yaratılmış olan,       yaratıcısını anlayamaz. Örneğin; bir masa, onu yapan marangozun tabiatını anlayamaz. Marangozun varlığı, yaptığı nesnelerce hiç bir surette idrak edilemez.

Allah, her şeyin Yaratıcısıdır. Dağları ve vadileri, çölleri ve denizleri, nehirleri, çayırları ve ağaçlarıyla yeri ve gökleri yarattı. Allah, hayvanları yarattı ve Allah, insanları yarattı. Hz.Bahaullah, yaratılışımızın arkasındaki sebebin sevgi olduğunu söyler. Buyuruyor:

“Ey İnsan Oğlu! Yaradılmanı sevdim, seni yarattım. İmdi Beni sev ki  seni anıp hayat ruhunda berkiştireyim.”
Allah'ın varlığı bizim anlayışımızın ötesinde olsa da, Onun sevgisi varlığımıza ve yaşamlarımıza durmadan nüfuz eder. Bu sevginin bize akış yolu, O'nun Ebedi Ahdi vasıtasıyladır. Ebedi Ahd'e göre, Allah hiç bir zaman bizi yalnız ve kılavuzsuz bırakmaz. İnsanlık ne zaman O'ndan uzaklaşsa ve Öğretilerini unutsa, bir Tanrı Mazharı görünür ve O'nun İstek ve Amacını bize bildirir.

"İzhar etmek" kelimesi, göstermek, daha önce bilinmeyen bir şeyi ortaya koymak anlamına gelir. Tanrı Mazharları, Allah'ın Sözünü ve İrade'sini insanlara gösteren bu özel Varlıklardır; böylece Onları dinlediğimizde, Allah'ın Çağrısına cevap veririz.

Hz. Bahaullah tarafından öğretildiği şekliyle "Mazhar" kavramını anlamamıza yardımcı olacak fiziksel dünyadan bir örnek vardır. Bu dünyada, güneş bütün sıcaklığın ve ışığın kaynağıdır; o olmadan gezegende hayat olmazdı. Ancak, güneşin kendisi yeryüzüne inmez ve ona yaklaşmaya kalkışsak, tamamiyle yanardık.
Fakat lekesiz bir ayna alıp onu güneşe tuttuğumuzu farzedelim. İçinde güneşin suretini göreceğiz ve ayna ne kadar çok temiz olursa, suret de o kadar mükemmel olacaktır. Tanrı Mazharları, Tanrı Işığını tüm İhtişamıyla yansıtan mükemmel Aynalara benzerler. Bütün bu Aynalar, aynı Işığı yansıtırlar. Tanrı'ya erişemesek de, bu mükemmel Varlıklar zaman zaman bizlere ulaşırlar, aramızda yaşarlar, bize kılavuz olurlar ve bizleri, fiziksel ve ruhani olarak gelişmemiz için ihtiyaç duyduğumuz enerjiyle duldururlar.

Allah tarafından insanlara yaklaşık bin dört yüz yıl önce gönderilen ve Makamı Allah'ın Habibi olan Tanrı Mazharı Hz.Muhammed’in Öğretileriyle yetişmiş olduğumuz için şanslıyız. Şimdi, ismi Allah'ın Bahası anlamına gelen yeni Mazhar Hz. Bahaullah'ın Öğretilerini alabiliriz. Hz.Bahaullah'ın Öğretileri, Hz.Muhammed’in Öğretileriyle tam bir uyum içerisindedir; ancak insanlığın bugünkü şartlarına hitab etmektedir. İnsanlığın içinde bulunduğu kötü durumu bir an için düşünecek olursak, başka bir Tanrı Mazharı'nın gelmiş olması için doğru zaman olduğuna emin olabiliriz. Hz. Bahaullah'ın Yazılarından yaşadığımız Gün'den bahseden bir pasaj:

"Bu Gün, Tanrının en güzel lutuflarının insanlar üzerine saçıldığı gündür. Bu Gün, Allah'ın en büyük inayetinin bütün yaratıklara zerk olunduğu gündür. Bu Gün, bütün insan topluluklarının ödevi, aralarındaki ihtilaflara son verip uzlaşmak ve tam bir birlik ve barış içerisinde Onun Şefkat ve merhamet Ağacının gölgesi altında yaşamaktır."

Hz. Bahaullah'ın bir sonraki Öğretisi, insanlığı birleştirmek olan Bahai Dini'nin amacı ile ilgilidir. Bahai Öğretilerinde, hepimizin bir ağacın meyvaları ve bir dalın yaprakları oluduğumuz söylenmektedir. Duygusal ve fiziksel olarak farklılıklar göstermemize,  farklı yetenek ve kapasitelere sahip olmamıza rağmen, hepimiz aynı kökten çıkarız, hepimiz aynı insan ailesine aitiz.

İnsanlar, her türden, her renkten ve her kokudan çiçeklerin yan yana yetiştiği büyük bir bahçeye benzetilebilir. Bahçenin güzelliği ve çekiciliği bu çeşitlilikte yatar. Fiziksel özelliklerimiz, huylarımız, geçmişlerimiz, fikir ve düşüncelerimiz yönünden aramızda var olan farklılıkların, ihtilaf ve çekişmeye sebebiyet vermesine izin vermemeliyiz. İnsan   ırkının fertlerini, insanlık bahçesinde yetişen güzel çiçekler olarak görmeli ve bu bahçeye ait olmaktan mutluluk duymalıyız.

İnsanlığın birliği inkar edilemez bir gerçek olmasına rağmen, dünya insanları ondan o kadar uzak ki, onları birleştirmek hiç de kolay bir iş değildir. Hepimiz düşünce ve eylemlerimizi,   insanlığın birliği inancımızla aynı çizgide götürmeye çabalıyoruz. Bize, aklımıza bir savaş    düşüncesi geldiğinde, bunu hemen bir barış düşüncesi ile değiştirmemiz gerektiği   söylenmektedir. Kalplerimizde bir nefret duygusu yer etmeye başladığında, onu hemen bir sevgi duygusuyla değiştirmeliyiz. Taassuplarımızı yenmemiz için mümkün olan herşeyi yapmalıyız. Irk, renk, milliyet, kültür, din ve cinsiyet taassupları, bunlar daha iyi bir dünya yaratmak için en büyük engeller arasındadır. Bahai yazılarından pek çok pasaj, birlik yollarında nasıl yürümemiz gerektiğini ve başkalarının aynı yolda yürümelerine nasıl yardımcı olacağımızı bizlere öğretmektedir.
Hz.Abdülbaha konuşmalarından birinde şöyle buyuruyor:

"Bahaullah birlik çemberini çizmiş, bütün insanların birleştirilmesi ve onların evrensel birlik çadırının koruması altında toplanması için bir plan yapmıştır. Bu, İlahi Lütfun işidir ve hepimiz aramızda birlik gerçeğini görene kadar kalben ve ruhen çabalamalıyız; çalışırken, bizlere büyük bir güç verilecektir."
Hz.Bahaullah 1817 yılında İran'ın başkenti Tahran'da doğdu. Çocukluğunun ilk yıllarından itibaren büyüklük alametleri gösterdi. Evde biraz eğitim aldı, ancak okula gitmesi gerekmedi, çünkü Allah tarafından iç bilgiyle donatılmıştı. Hz. Bahaullah asil bir ailedendi ve genç yaşlarda kendisine Şah'ın sarayında yüksek bir makam teklif edildi,    fakat bunu reddetti. Zamanını ezilenlere, hastalara ve fakirlere adamayı ve adalet davasını savunmayı istiyordu.

Genel olarak, Hz. Bahaullah'ın hayatının iki yönünden bahsedebiliriz. Birisi, çektiği acılardır. Diğeri, insanların kalpleri ve akılları üzerinde bıraktığı muazzam etkidir. Bunlar aslında tüm Tanrı Mazharları'nın yaşamlarını karakterize ederler.

Hz.Bahaullah'ın sıkıntıları, Tanrı Emrini ilan etmeye kalktığı anda başladı. Hayatı, sürgün, mahpusluk ve eziyetlerle dolu bir yaşamdı. Tahran'da, zincirlenerek karanlık ve kasvetli bir zindana atıldı. Bir ülkeden diğerine dört kez sürgün edildi ve sonuçta Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Hapishane Şehri Akka'ya gönderildi. Orada çektiyi sıkıntılar o kadar büyüktü ki, Akka'dan "Sicn-i A'zam" (En Büyük Hapishane) olarak bahsetmiştir. Levihlerinin birinde, şunu okuyoruz:

"Ömrün boyunca günlerimi an; bu ücra mahbesteki hüznümü ve garipliğimi hatırla. Sevgimde öyle dimdik dur ki, başına düşman kılıçları inse veya bütün yer gök   aleyhine yürüse, yüreğin zerre kadar titremesin."
Çektiği sıkıntılar hakkında Hz. Bahaullah şöyle buyurmaktadır:
"Cemal-ı Kıdem, insanlık esaret zincirlerinden kurtulsun diye zincirlere vurulmağa razı oldu; dünya hakiki hürriyete kavuşsun diye bu müstahkem kalede kalebentliği kabul buyurdu; Arzın sakinleri ebedi bir saadet ve refah görsün diye hüzün ve    keder bardağını son damlasına kadar içti. Bu, Rahman ve Rahim olan Rabbınızın rahmetindendir. Ey Tanrının birliğine inananlar! Biz zilleti kabul ettik ki siz izzet bulasınız; Biz darlığa katlandık ki siz bolluğa çıkasınız. Bakınız, Tanrıya ortak koşanlar dünyayı yeni baştan kurmağa gelmiş olan böyle bir velinimeti nasıl harap   bir kasabada oturmağa mecbur tutmuşlardır!"
Hz. Bahaullah'a ve Öğretilerine karşı koymak için iki güçlü saray olan İran Şahı ve Osmanlı İmparatorluğu her türlü çabayı gösterdiler. Ancak, Gerçeklik Güneşi kolay kolay sönmez. Kıvılcımını söndürmek için bu ateşe dökülen suyun kendisi yağa dönüşür ve ateş daha gür bir şekilde yanar. Hz. Bahaullah'ın artan nüfuzunu durdurmak için hiç bir şey   yapılamazdı. Yetkililer Kendisini uzaklara sürdükçe, Öğretilerine kapılan ve Güç ve Azametini tanıyan insanların sayısı arttı. Sürekli eziyetlere rağmen, Hz. Bahaullah Tanrı Kelamı'nı kırk yıldan uzun bir süre izhar etti. Bu dünyaya o kadar çok sevgi ve ruhani enerji getirdi ki Emrinin nihai zaferi kesindir.

Hz. Bahaullah 1892 yılında suud etti. Yeryüzündeki En Kutsal Yer olarak saydığımız Makamı, Akka şehri yakınlarındadır.
Mutlak Güçlü olmalarına rağmen, bizler özgürlüğe kavuşabilelim diye eziyetleri isteyerek kabul eden Tanrı Mazharları'nın çektikleri acılar çok büyüktür.

Bahai Dini'nin başka bir Merkezi Şahsiyeti Hz. Bab'tır.
Hz. Bahaullah'ın Emrini ilan etmesinden bir kaç yıl önce, O'nun geleceğini duyurmak için Allah özel bir Haberci gönderdi. Bu büyük Haberci, kapı anlamına gelen "Bab" ismini aldı. O, gerçekten, Tanrı bilgisi ve insan varlığının yeni bir çağı için bir kapı idi. Altı yıl boyunca, sürekli olarak, Tanrı Mazharı'nın gelişinin yakın olduğunu öğretti ve Gelişi için yolu hazırladı. İnsanlara, yeni bir Çağın şafağına, Allah'ın Va'ad ettiği Gün'ün şafağına    tanıklık etmekte olduklarını anlattı. Allah'ın yakında izhar edeceği Kimse'yi tanımak için kalplerini dünyanın boş şeylerinden arıtmaları çağrısında bulundu.
Binlerce insan Hz. Bab'ın Mesajını kabul ederek Öğretilerini izlemeye başladılar. Ancak, İran hükümeti ve halk kitlelerini yöneten güçlü din adamları O'na karşı ayaklandılar. Takipçileri zulümlere maruz kaldı ve çok sayıda inanan öldürüldü. Hz. Bab'ın Kendisi, hükümetin emriyle, O'nu halka açık bir meydanda ellerinden asıp üzerine ateş eden bir alay asker tarafından 31 yaşında şehit edildi.

Hz. Bab'ın Sözlerinin ne kadar etkileyici olduğunu aşağıdaki iki duasından görebiliriz:
"Var mıdır Tanrı'dan başka sorunları çözen? Söyle; Süphandır Tanrı! Odur Tanrı! Herkes O'nun kuludur ve herkes O'nun buyruğuyla ayakta durur!"
"Söyle; Allah herşeye kafidir ve Allah'tan başka, yerde ve gökte olan hiç bir şey kafi değildir. O, gerçekten Bilici, Kifayet Edici ve Kadir'dir."

Bahailerin çoğu, özellikle birinci duayı ezberden bilirler ve güçlük anında bunu yüksek sesle veya içlerinden okurlar.

Şehadetinden sonra Hz. Bab'ın naaşı Takipçileri tarafından alındı ve Emrin düşmalarından sürekli olarak saklayarak bir yerden başka bir yere taşındı. En sonunda da Arz-ı Akdes'teki Kermil Dağı'na getirildi. Akka ve Hayfa, bu ikiz şehirler bugün Bahai Dini'nin ruhani ve idari dünya merkezidir. Ruhani merkezdir, çünkü Hz. Bab ile Hz. Bahaullah'ın Makamları ve başka pek çok Kutsal Yerler buradadır; idari merkezdir, çünkü Emrin yüce idare organı olan Yüce Adalet Evi Binası da Kermil Dağı'ndadır.
Bahai olarak yaşamımızın en merkezindeki düşünce, Hz. Bahaullah ile bir Misak'a girmiş olmamızdır. Diğer bütün dinlerde, Mazhar'ın ölümünden sonra, Takipçileri kendi aralarında binlerce tartışmalar yapmışlar ve sonuçta dini pek çok mezhebe bölmüşlerdir. Bölünmenin sebebi, bazen belirli hırslı bireylerin liderlik arzuları olmuştur. Fakat, Mazharın Sözlerinin ne anlama geldiği konusunda samimi inananlar arasında bile fikir ayrılıkları ortaya çıktığında, bu anlaşmazlıkları çözmek için Mazharın Kendisi tarafından hiç kimse yetkili kılınmamıştı ve bu durum uyuşmazlık ve anlaşmazlığa sebep olmuştu. Her yorumlama grubu farklı bir mezhebin çıkmasına yol açtı.

Hz. Bahaullah, Dini'ni eşsiz bir güç olan Ahd'in gücü ile donatarak onu bu tür bölünmelere karşı korumuştur. Suud etmeden önce, en açık ifadelerle ve yazılı olarak Kendisinden sonra bütün Bahailerin Abdülbaha'ya yönelmeleri gerektiğini açıkladı. Böylece en büyük Oğlu Abdülbaha, Sözlerinin tek Yorumlayıcısı ve Ahdinin Merkezi ünvanını aldı. Hz.Abdülbaha, bizzat Hz.Bahaullah tarafından yetiştirilmiş; bir çocukken Onun Makamını tanımış ve Babasının çektiği tüm sıkıntılara ortak olmuştu. O, insanlara bağışlanmış en değerli armağandı ve bütün Bahai Öğretilerinin mükemmel Örneği idi.

Hz.Abdülbaha bu dünyada 77 yıl yaşadı. 1844'te Hz. Bab'ın Emrini açıkladığı aynı gecede doğdu ve 1921 Kasım'ında suud etti. Hayatı sıkıntılarla doluydu; ancak Huzuruna çıkan herkese büyük bir sevinç ve mutluluk verirdi. Babasının vefatından sonra, Bahai toplumunun sorumluluğu Omuzlarına düştü ve Doğuda ve Batıda Emri yaymak için gece gündüz çalıştı. Her yerdeki gruplara ve bireylere binlerce Levih yazarak Babasının Öğretilerini netleştirdi. Yorumları, şimdi Bahai Dininin Yazılarının önemli bir parçasıdır.

Hz. Abdülbaha'ya, Hz. Bahaullah'ın Misakı'nın Merkezi olarak odaklanarak, dünya Bahaileri bir Bahai hayatı yaşama ve yeni bir medeniyet yaratma çabalarında birlik içinde kalıyorlar. Hz. Bahaullah'a verdiğimiz sözün bir parçası olarak birbirimizi sevmemiz gerektiğini hatırlıyoruz ve seven birisinin en mükemmel örneğini Hz. Abdülbaha'da görüyoruz. Adil olmamız gerektiğini, cömert olmamız gerektiğini, başkalarının hatalarını dikkate almamamız gerektiğini hatırlıyoruz ve Hz. Abdülbaha örneğinden, adaleti, cömertliği ve bağışlamayı öğreniyoruz. Herşeyden önemlisi, Hz. Abdülbaha'ya odaklanmakla Hz. Bahaullah ile olan misakımızı her zaman hatırlıyoruz; şöyle ki, Takipçileri arasındaki birliğin bozulmasına müsade etmeyeceğiz ve birlik içinde bir dünya toplumu olarak insanlığın birliği sağlam bir şekilde oluşana kadar çalışacağız.

Hz.Abdülbaha, Vasiyetnamesinde Torununu Emrin Velisi olarak tayin etti ve Suudundan sonra Hz. Şevki Efendi Öğretilerin yetkili yorumlayıcısı oldu. 36 yıl boyunca, Mazharın Sözlerini açıklayarak ve Dinini gezegenin bütün bölgelerinde sağlam bir şekilde kurarak Büyük Babasının işini sürdürdü. Ölümünden beş buçuk yıl sonra, dünya Bahaileri, Hz.Bahaullah tarafından planlandığı ve Hz. Abdülbaha ile Emrin Velisi tarafından açıkça tarif edildiği gibi Yüce Adalet Evi'ni seçtiler. Yüce Adalet Evi, şimdi bütün dünya Bahailerinin yönelmeleri gereken Emrin yüce kurumudur.

Bahai Dini hakkında bir kaç fikir:
Her dinin en önemli özelliklerinden birisi, Mazharın insanları doğru yola kılavuzlaması için onlara getirdiği kanunlardır. Bu kanun ve hükümlerin bazıları kalıcıdır; diğerleri, insanlar ilerleme kaydedip geliştikçe değişirler. Dinde bize öğretilen, Bahai kanunlarını yapılması ve yapılmaması gereken bir dizi şey olarak düşünmememiz gerektiğidir. Hz.Bahaullah bize Kanunlarının "Kullarım arasında inayetimin lambaları ve Yaratıklarım için Merhametimin anahtarları" olduklarını söyler. Bu kanunlara uymamız ceza korkusundan dolayı olmamalıdır, zira En Kutsal Kitabı'nda (Akdes Kitabı) açıkça buyurmaktadır: "Hükümlerimi Cemalimin sevgisi için yerine getiriniz."

Bahai kanunlarından bir kaç örnek :
Maddi dünyada insanlar her gün yemek yemek zorundadır. Bu, insan bedeninin bir gereksinimidir; yapmazsak, hastalanır ve hemen ölürüz. O halde, her gün  yemenin, fiziksel varlığın uyulması gereken bir kanunu olduğunu söyleyebiliriz. Aynı şekilde, Hz. Bahaullah'ın hükümlerinden bir     tanesi, her gün dua etmemiz gerektiğidir. Vücudumuz gibi, ruhumuzun da sürekli beslenmeye ihtiyacı vardır ve dua, ruhani gelişimimiz için gerekli olan gıdayı sağlar. Hz.Bab, Hz.Bahaullah ve Hz.Abdülbaha tarafından yazılan pek çok güzel dualar vardır. Bu dualardan bazıları özel ve   bazıları zorunludur. Zorunlu dualardan birisi, öğlen ile günbatımı arasındaki herhangi bir zamanda Bahailer tarafından her gün okunur. Şöyle der:

"Ey Tanrım, beni, Seni tanımak ve Sana tapmak için yaratmış olduğuna tanıklık ederim. Şu anda kendi güçsüzlüğüme ve Senin gücüne, kendi zayıflığıma ve senin kuvvetine, kendi yoksulluğuma ve Senin Zenginliğine şehadet ederim. Senden başka Koruyan ve Var olan tanrı yoktur."

Başka bir hükümde Hz. Bahaullah kişinin arkasından konuşmayı ve iftirayı yasaklar. Bu önemlidir, çünkü düşünecek olursak, birliğin en büyük düşmanlarından bir tanesi, kişinin arkasından konuşmaktır. Ve ne yazık ki, yokluklarında başkalarının kusurlarından bahsetmek, insanların çoğu arasında yerleşmiş bir uygulama haline gelmiştir. Herkes, sürekli olarak sözü edildiği için gittikçe büyütülen başkalarının kusurları ile ilgili        görünmektedir. Hz. Abdülbaha, bunun tersini yapmamızı söylemektedir. Birisinde on güzel özellik ve bir kusur görüyorsak, bu on üzerine konsantre olmalıyız ve birisinin on kusuru ve sadece bir iyi özelliği varsa, bu tek özellik üzerinde odaklanmalıyız.

"Ey Arşımın Arkadaşı! Kötü işitme, kötü görme, kendini zelil etme, ağlayıp sızlama. Yâni, kötü söyleme ki kötü işitmeyesin; âlemin ayıbını büyük görme ki ayıbın büyük görünmiye; kimsenin zilletini isteme ki zillete düşmeyesin. İmdi temiz bir yürek, pak bir kalp, mukaddes bir fikir ve nezih bir hatır ile ömrünün şu bir andan daha kısa sayılan günlerini asude geçir, tâki bu fani cesetten mâna firdevsine feragat içerisinde dönesin ve beka melekutunda yerleşip kalasın."

Hz. Bahaullah, alkol ve tabi ki zarar verici maddelerin içimini yasaklar. Alkol içmek, gerçekten dünyada günümüzde var olan en büyük sosyal hastalıklardan bir tanesidir. Şiddetin ve sağlıklı aile yaşamının yıkımının en yaygın sebebidir. Gerçeği söylemek gerekirse, insanların akıllarına zarar veren ve berrak düşünme yeteneklerini kaybettiren bir şeyi neden aldıklarını anlamak zor. Aslında asil yaratılmışken, içmek, insanların utanılacak şekilde davranmalarına yol açıyor. Hz. Bahaullah'ın Yazılarından asalet konusunda güzel bir alıntı:
"Ey Ruh Oğlu! Seni zengin yarattım: nasıl fakir oluyorsun? Seni aziz yarattım: neden kendini alçaltıyorsun? Seni bilgi cevherinden ortaya çıkardım: niçin özgemden bilgi arıyorsun? Seni sevgi çamuruyla yoğurdum: nasıl oluyor ki Benden başkasıyla meşgulsun? İmdi gözünü kendine çevir ki, Beni içinde kaim, kadir, muktedir ve kayyum bulasın."

Hz. Bahaullah'ın bir başka hükmü de anne-baba ve toplumun çocukları eğitme mecburiyetidir. Hz. Abdülbaha'nın Yazılarından bir pasaj:

"Bu nedenle, Tanrının sevgilileri ve Rahman'ın kadın hizmetkarları çocuklarını canı gönülden eğitmeli ve okulda onlara iyi ahlak ve mükemmellik öğretmeliler. Bu konuda ihmalkar davranmamalı; etkisiz olmamalıdırlar. Gerçekten, bir çocuğun cahil yetişmektense hiç yaşamamış olması daha iyidir; zira bu masum çocuk, ilerleyen yıllarda sayısız eksikliklere maruz kalacak, Tanrıya karşı  sorumlu ve Tanrı tarafından sorgulanacak, insanlar tarafından ayıplanacak ve dışlanacaktır. Bu ne günah ve ne ihmal olurdu!

Tanrı sevgililerinin ve Rahman'ın kadın hizmetkarlarının ilk görevi şudur: Kız ve erkek, her iki cinsi eğitmek için mümkün olan bütün vasıtaları kullanmaya çaba göstermelidirler; kız ya da erkek, bunlar arasında hiç bir fark yoktur. İkisinin cahilliği suçlamayı hakkeder; her iki durumda ihmal azar gerektirir. Bilen ile   bilmeyen bir olur mu?"

Bahai Dini, tüm insan ırkının birleştirilmesinden başka bir amaç taşımayan çok organize bir dindir. Bahai çalışmalarını, bir dünya medeniyeti kurmak olarak düşünmeliyiz. Yüce Adalet Evi, bu çalışmada her birinin önemli rol oynadığı üç katılımcı olduğunu söylemektedir.

İlk katılımcı birey inanandır. Yaşamın ölümle sona ermediği ve kişinin Tanrı ile ilişkisinin ebedi olduğu gerçeğinin her zaman bilincinde olarak, Misak'ta sabit kalmak, yaşamını Hz. Bahaullah'ın Öğretileri ile aynı çizgiye getirmek için her gün çabalamak ve insanlığa hizmet etmek, bu bireyin görevidir. Ölümden sonra ruhlarımız özgür olur ve sonsuzluk içinde Tanrı'ya doğru ilerlemeye devam eder. Bu dünyadaki yaşamımız, bir bebeğin anne rahmindeki yaşamı ile çok benzerlik taşır. Çocuk dokuz aylık bir süre içinde sonradan bu dünyada kullanılmak üzere göz, kulak , el v.b melekeler geliştirir. Aynı şekilde, Tanrı'nın diğer dünyalarında gelişmek için ihtiyacımız olan ruhani melekeleri burada geliştireceğiz. Tabii, sadece onu düşünerek amacımıza ulaşamayız. Çalışmak, insanlara hizmet etmek ve elde ettiğimiz bilgileri başkalarıyla paylaşmak zorundayız.
İkinci katılımcı toplumdur. İnsanlar yalnız yaşamak için yaratılmadı. Toplumların içinde yaşıyoruz ve yeni medeniyeti kurmak için birlikte çalışmak zorundayız. Bize en yakın toplum, köyümüzün ya da kasabamızın Bahailerini içeren yerel toplumdur. Birbirimizle işbirliği yapmayı öğrendiğimiz, birlikte geliştiğimiz ve birlik içinde olduğumuz yer mahalli toplumdur. Mahalli toplumun üyeleri olmanın yanısıra, milli toplumun ve sonra sürekli olarak büyüyen ve her ırk, milliyet ve dini geçmişten insanları çeken dünya Bahai toplumunun da üyeleriyiz.

Yüce Adalet Evi, yeni medeniyetin kurulmasında üçüncü katılımcıyı Bahai Kurumlarının oluşturduğunu söylemektedir. Hz. Bahaullah'ın hükümlerinde toplumun organize olması gereken şekil ile ilgili pek çok şeyler var. Geçmişte, Tanrı Mazharları, takipçilerinin kendilerini nasıl organize edecekleri konusunda çok fazla şey söylememiş ve insanlar, bunu nasıl yapacaklarını kendi başlarına keşfetmek zorunda kalmışlardır. Ancak, Bahai Dini'nde, Hz.Bahaullah, ne tür kurumlar oluşturmamız gerektiğini, bu kurumların nasıl çalışacaklarını ve insanların nasıl yönetilmesi gerektiğini bizlere izah eden Kendi İdari Düzenini getirmiştir.

Bahailer yılda bir kez, her ülkede Milli Ruhani Mahfili ve her belediye sınırları içinde Mahalli Ruhani Mahfili seçerler. Bahai Dininde papaz ya da din adamı yoktur; toplumun işlerini yönlendiren ve birey inananların refahını gözeten, Mahalli Ruhani Mahfil'dir. Bir Mahalli Ruhani Mahfil, toplumdaki bütün yetişkin inananlar tarafından gizli oyla ruhani bir atmosfer içinde seçilen dokuz üyeden oluşur. Ruhani Mahfiller, Bahailer için son derece önemlidir. İnsan ilişkilerinin nasıl idare edileceğini ve Hz. Bahaullah'ın Dünya Düzeni olarak bilinecek olan yeni bir düzenin toplumda nasıl kurulabileceğini onlar vasıtasıyla öğreniriz.

Bir Dua:
"Ey Tanrım! Ruhumu tazele ve sevindir. Kalbimi temizle. Güçlerimi aydınlat. Tüm işlerimi Senin Eline bırakıyorum. Kılavuzum ve Sığınağım Sensin. Bundan sonra üzülüp kederlenmeyeceğim; mutlu ve sevinçli bir varlık olacağım. Ey Tanrım! Artık endişelerle dolu olmayacağım ve güçlüğün beni tedirgin etmesine izin vermeyeceğim. Yaşamın hoş olmayan şeyleri üzerinde durmayacağım.

Ey Tanrım! Sen  bana kendimden daha yakın bir dostsun. Kendimi Sana adıyorum, Ey Rabbım."









0 yorum

Leave a Reply

Copyright 2013 Risale-i Ateizm All rights reserved Designed by Risale-i Ateizm